bişeyler bişeyler

Fotoğrafım
Ankara'nın bağlarından geliyorum, China
Tuhaf kostüm ve aletlerle göllere girip çıkan birisiyim. kurumuş yapraklara basmayı seviyorum. mikroskop fotoğrafçılığı yapıyorum. büyüyünce bando şefi olacağım.

29 Kasım 2011

Özü sözü bir kadına...

Üzerinden AS 900 kamyon geçmiş kadar yorgun bir geceydi. Üstelik adının hakkını veren ayaz Ankara 'yı susturmultu yine. Dostlar, trafik kazasından sonra yaralıyı acil servise götürür gibi doğru onun evine götürdüler beni.  Sıcacık bir banyo hazırladı önce, sonra mis kokan temiz çamaşırlar getirdi. Özellikle tembih etti, "gözünü açma ve ben çağırmadan salona gelme!!!" Isıttığı pidelerin kokusu odayı doldurmuştu. Anlamıştım Samsun pidesi ısttığını ama ben de bozmak istemiyordum bu süprizi, sadece şevkate ihtiyacım vardı  ve o beni yavrusuymuşum gibi şımartıyordu zaten.. İyice doyurduk karnımızı.  Oturduk sallanan sandalyelere, yaktık sigaraları. O meşhur lafı da söylemeden edemedik tabii; dedemin lafıydı aslında bu, her yemekten sonra sobanın yanındaki mindere oturur, sırf dem çayını yudumlar, sigarasını yakar ve "ister zengin ol ister fukara, her yemekten sonra yak bir cigara".  "Yapma artık gözünü seveyim, kendini bu kadar hiçe saymana bir anlam veremiyorum" dedi. Az evvel annem olan kadın şimdi savaş boyalarını sürmüş bir amazon gücündeydi,  çakmak çakmak bakıyordu gözlerimin taa içine. "Şu tırnaklarnın haline bak, iyice vazgeçmişsin kendinden, saçmalamaya başladın" Sustum, haklıydı. Anlıyordu insandan, biliyordu yara sarmayı, kendisi sarmıştı kendi yaralarını.  Güzel sanatlar fakültesine isim benzirliğinde çıkan bir yanlışlıkla onun yerine başkasını aldıklarından beri gülmemişti büyük şanslar yüzüne. Ama mutluydu ve çok güzeldi. Geçtiği her yere parfüm kokusuyla birlikte iyi niyet de saçıyordu... Nasıl dimdik durulur hayatta bağıra bağıra gösteriyordu susarak. Bir keresinde bacağındaki morluğu sordum, "market poşetlerini taşırken vuruyorum galiba" dedi.  Tek başına direniyordu işte bir şekilde. üzmüşlerdi onu ve evet o da  yaralamıştı birilerini. Hayattan aldığı darbeleri bir daha yememek için zırhlar yapmıştı zarar gören uzuvlarına. Gerçi yıldırım bir kez düştüğü yere bir daha düşmezdi ama olsun, o her zaman önlemini alırdı... Ve biliyordu ki o yumuşak karnını gösterdiği anda, yine mızrakların hedefi olacaktı.  Gülerek konuşmaya başladı neden sonra "Oğlum ağlama duvarı yaptınız koltuğumu. Siliyorum çıkmıyo da, işte şu yastıktaki senin rimel izin, sırttaki de Ayla'nın". Gülüştük yine. Uyuduk sonra. Enerjisi ve güzelliği hiç bitmeyecek gibiydi "özü sözü bir kadın". Ben kalktığımda çoktan süslenmişti. Kalemi aldım masanın üzerinden.

""şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!" Sabahattin Ali

Kasım 2011

Hiç yorum yok: