bişeyler bişeyler

Fotoğrafım
Ankara'nın bağlarından geliyorum, China
Tuhaf kostüm ve aletlerle göllere girip çıkan birisiyim. kurumuş yapraklara basmayı seviyorum. mikroskop fotoğrafçılığı yapıyorum. büyüyünce bando şefi olacağım.

19 Temmuz 2013

Asiye'nin Gelişi

Sonra Asiye geldi. Selam verdi.
Dilan’ın montunu getirdi.
Çiğdem’in Nazım’ını, aşığın bülbülünü.
Bir baykuş geldi, üçüncü gözünü verdi ona.
Çocukluğunu getirdi, genç kızlığını, kadınlığını..
Cansuyunu, erkekliğini, dişiliğini..
Zihnini, aklını, felsefesini verdi.
Saçlarının ne kadar güzel olduğunu hatırlattı,
Oturuşunun ne kibar, gülüşünün ne dolu..
Prıl pırıl gözlerini dikti.
Köpek soluyuşunu verdi, eşkiya uykusunu,
Kedinin dinginliğini, aslanın liderlğini..
Çeliğin sertliğini, suyun sonsuzluğunu,
Kartalın kanadını verdi.
Ama sonra yanlışlıkla kanadın tekini kırdı.
Kartal uçamadı.
Bu işe fena canı sıkıldı.
Kendini kafese kapattı.
Can sıkıntısından ötmeye başladı.
Baktı ki ötüşüyle ilgilenen yok, sustu.
Kafesteyken kartal çok sıkılmaya devam etti.
Artık hiç ses çıkarmıyordu.
Sessizce önüne koyulan yemi yiyordu. Arada da su içiyor, o kadar.
En az enerjiyle yaşamaya çalışıyor
ve ölü taklidi yaparcasına hareketsiz kalmayı öğreniyordu.
O kafeste yıllarca, haftalarca, uzun gecelerce sıkıntıdan etrafını izledi dişi kartal.
İzledikçe şaşıyordu.
Herkes kaç farklı hayat yaşıyor, kaç kişi aynı hayatı yaşıyordu?
Hangi hayattaki hangi roller kimlere gidiyordu?
Böyle böyle binlerce kişiyi tanıdı o kafeste.
Kafes bir handa.
Han yolgeçen hanı zaten.
Gelmeyen yok, gitmeyen var.
Kalmak isteyi kalamayan, karın tokluğuna çalışmayı kabul edip kovulan.
Sinsice bir köşeye yerleşip, duvarın rengini alan.
Saklana, gizlenen, pusuya yatan.
Hep yüksek sesle konuşmasına rağmen, sesini hiç duyuramayan,
ağzından “ah!” çıksa nedeni sorulan.
Ne yapsa yaranamayan bu hana ve ne yapmasa yaranan.
Yarasını kaşıyan, kanatan, sonra da ağlayan.
Kolunu kesse yine acımayacak olan.
Biten, yolun sonuna geldiğini düşünen;
daha yolun başında olduğunu bilmeden.
Bu han 300 yıllık bir han.
Burada kimse kalamaz ki!
Kartaldan ve hancıdan başka..

Ha bir de, hancının karısı. 

Mart 2013

22 Mayıs 2013

Seyduna ile Şahrud'un Öyküsüdür.



Mitolojik bir efsanedir.. 
Ölümsüzdür..



Seyduna ile Şahrud kavuşamayan iki sonsuzluktur, 
Şahrud yerin yüzüdür, gelinidir, 
topraktır,doğurur, 
sudur hayat verir,
Cennetin ortasından geçiyor derler,
Yaşamı akıtır Alamut Kalesi'ne.
Seyduna gökyüzüdür, 
Hasan Sabbah'tır.. 
Buluşurlar ufuk çizgisinde
Birleştirirler yer ile göğü..

Onu da güneş günde iki kez ateşe verir..
Yanarlar..
Soğurlar,
Dururlar.
Beklerler sonsuzluğun orta yerinde..
Günü gelir iki sevdalı ırmak olurlar 
Elbruz eteklerinde.
Şahin gelip dalına konar Şahrud'un,
Seyduna'nın suyundan içer 
Umutlar tazelenir Alamut Kalesi'nde...












15 Mayıs 2013

DAĞ


Aşkımızı satmalıyız
Çünkü bazen fazla geliyor
Bitiyor bir gün, acıtıyor.
Biten şeyler iyi değildir.
Sigara mesela
Yakarsın, çekersin biter, atarsın, gider
Ciğerinde kalır bir tek acısı
Ve ağzında kültablasının tadı
Aşık olmamalıyız çünkü yakıyor
Bahar geliyor yeşeriyor dal,
Pıtırcık çiçek açıyor mesela.
Biri giriyor bir gün ormana
Koklamak için uzanıyor dala
Kırıyor usulca
incecik bir ses geliyor tiz.
Çabuk geçiyor hevesi
Sıkılıyor elinde bile tutmaktan
Atıveriyor yere hemen dalı
Öbürü gelip üstüne basıyor
Diğeri biraz ısınmak için alıyor yerden
Tutuşturup yakıyor
Sigarasını yakıyor közüyle geçince ateşin içi
Sonra çekip gidiyor söndürmeden
Nasıl olsa söner diyor sessizce
Çekiyor bir nefes sigarasından
Devam ediyor yoluna
Öyle ya!
Ufacık bir köz nasıl yakabilir ki bir ormanı tek başına?
Kalıyor orada öylece köz
Ve Kül oluyor saatler sonra
Gün oluyor, bir fırtına geliyor bir rüzgarla
Alıp götürüyor birazını külün
Yağmur yağıyor üstüne sonra
Su alıyor kül
Sızıyor toprağa tozu.
Kalanı kalıyor ve sertleşiyor her doğan gün biraz daha
Taş oluyor sonunda.
Kömür bile olamadan taş oluveriyor birden.
Sonra yağmur bir kez daha yağıyor
Dere oluyor ortalık
Şuursuz bir sel geliyor
Hareketi suya bağlanıyor taşın
Yıllar böylece geçiyor hızlı, akarak
Yağmur gene yağıyor
Taşıyor dere
Deniz oluyor bir sonraki durak
Yosun bağlıyor taşın üstü
Balıklara oyuk oluyor
Saklıyor sessizce içinde.

Sonra ay çıkıyor şafakta,
Geliyor gidiyor
Bozuyor dengesini bir gecede
atıyor taşı dışarı koca deniz
dura dura kaya oluyor sahilde sonunda bizim taş
Sonra diğer yanmışlar da düşüyor yanına bir bir.
En yakın oluyorlar, ölesiye sessiz.
Dalgalar vuruyor
yüzyıllar geçiyor
artık günü geliyor

ve dağa dönüşüyor kayalar
hiç çatlamadan, suskun yine bildik..

geçmiş zamandan beridir,
ne zaman ki aşık olmuş insan evladı
yollara vurmuş kendini
ormana, suya, denize
ya da dağlara
kocaman, sadık, güvenli
şimdi diyorsun ki bu aşkı satmalı bir dağa
ama biliyorsun da hikayenin başını;
O dağ sensin
Dağ senin
Sen zaten dağınsın..


Ankara
2013'mart 



26 Nisan 2013

İSTEK

Yaniyor beynimin kani,
Bilmem nerelere gitsem?
Içime sigmayan cani
Hangi rüzgara es etsem?
Aksam sular karardi mi?
Bir daga versem ardimi,
Içimi yakan derdimi
Sagir göklere anlatsam

Içiliversem dem gibi,
Kiriliversem cam gibi,
Samdanda yanan mum gibi,
Sabahi görmeden bitsem

Bir yüce ormana dalip
Ya bir dag basina gelip,
Beni yaradani bulup
Malini basina atsam

Görünmez kollar boynumda.
Yarin hayali koynumda,
Sicak bir kursun beynimde,
Bir agaç dibinde yatsam.


Sabahattin Ali 


25 Nisan 2013

Ankara'nın kuşları

ankara'da kuşlar sınırlıdır. malum bir çeşit bozkır iklimde yaşıyoruz. bu iklim ve bitki örtüsü konusunu şimdilik bir kenara koyalım, direk derdimi anlatmak niyetindeyim. elimizdeki kuşlar şunlar:

güvercin: en fazla populasyon onlarda. kafanızı çevirdiğiniz her yerde onlardan görebilirsiniz. şehirde sürü güdüsünü geliştirmiş ender canlılardır. o kadar nüfus sizin ailede olsa siz de ister istemez yalnız kalamazsınız. "ankara kuş aşireti" birinciliği güvercingillerdedir. mahallede, okulda, alışveriş merkezinde, bahçede, kantinde her yerde onlar var. yalnız bir problemleri var o da şu ki ters evrim sergiliyorlar. canlı dediğin yeni oluşumlar, yeni adaptasyonlarla yani bir nevi kendini geliştirmek suretiyle her daim bir evrim sürecindedir. bu süreç yavaş olur hızlı olur. güvercinlerinki bence çok hızlı ve fakat tersine (misal bizim okuldakiler kısırla, sucuklu tostla besleniyorlar. ve asıl sorun şu ki artık uçmuyorlar, yürüyorlar.. bu da bence tavuk olma eğilimidir) ayrıca yine bozkır iklimi insanı olmamızdan mütevellit, timsah besleyecek halimiz yok. halkımız da en çok bulunan hayvanın peşine düşmüş ve artık ankaralılar için kuş beslemek çok yabancı bir durum değil. misal bizim yasin her sabah üşenmez saat 8'de paçalı, beyaz güvercinlerini uçurmaya çıkar. apartman arasında uçuruyor gerçi ama olsun.. zevk alıyor çocuk bundan. tabii güvercin konusunda çalışan pek çok bilim insanımız mevcuttur. ayrınıtılı, daha güvenilir ve akademik bilgi için, aratınız: columba sp.

serçe: serçeler boyut ve kütle bakımından küçük olsalar da populasyon yoğunluğu bakımından güvercinlerle yarış halindeler. bir de biyokütle dezavantajından dolayı beyinleri daha fazla gelişmiştir. yaklaşık 10 yıldır okul kantininde kuş beslemişliğime dayanarak söylüyorum. simiti atın, bekleyin, etrafınıza onlarca güvercin üşüşür. bir serçe sinsice arkada doğru zamanı bekler. sonra bir boşluktan yararlanırlar hoooopp kaptığı gibi simiti uçar gider. bazen de yine bizim tavuk güvercinlerin önünden fırt diye kapar gider ekmeğini. açık gözlü, zeki, asfur.. seviyorum seni..

saksağan abi: ankara'ya yeni gelmiş misafiriniz onu ilk gördüğünde şöyle diyecektir "aaa kargaya baaakkk!" yadırgamayın , karganın amcaoğlu sayılır o da.. insanlar haklı.. kendisi siyah olmakla beraber kuyruklarında çok güzel mavi tüyleri vardır, göğsü ise bembeyazdır.. "ankara benden sorulur" güveniyle uçar uçar gider. eski bir dostum "saksağan abi" derdi onlara, siz de öyle seslenin, ankara'nın abisidir o.

kumru: en sevdiğim tür. her zaman bir dişi bir erkek birey takılırlar. onlara güvercin, saksağan, serçe kadar olmasa da orta derecede sıklıkla rastlayabilirsiniz. sütlü kahve renginde olurlar. aşklarını gerek tuvalet boşluklarındaki pervazlarda, gerek baca kenarlarında, gerekese tenha bir ağaç dalında sergilerler. meşkten olsa gerek devamlı ses çıkarırlar. bize boğucu geliyor ama kimbilir ne söylüyor sevdiceğine... aşk bu, yaşı yok, yeri yok, zamanı yok, türü ise hiç yok...

biraz daha kırsala yani ankara'nın bağlarına indiğinizde karga, kırlangıç, kızıl şahin de görebilirsiniz. ama biz bugün burada şehir kuşlarını konuştuk. saygılar.

24 Nisan 2013

YOK

Yıllarca görünmez olmayı düşledi,
Bir gün gerçekten onu hiç kimse görmedi.
O inatla yaşamaya devam etti.
Ve onu gördükleri gün
O artık O değildi.
Yani O'nu
Hiç kimse,
Hiç bir zaman görmedi.
Vardı,
Yoktu,
Başkaydı,
Yabancıydı
Ama artık sonsuzdu..

Mart-Ankara


ZOR

Seni bana vermediler.
Çok istedim diyedir belki de..
Artık istemiyorum bir şeyi o kadar çok.
Çünkü duyarsa çok istediğimi,
Vermiyor O.
Huyumu biliyor, 
İnadına yapıyor.
Zoru seviyorsun ya diyor,
Kesmez seni..
"Sen en zorunu yaşa ki hep,
En mutlu olsun herkes" diyor belki de
Bilemem..
Ama bir şey unutuyor sanki,
Ben de canım be birader;
Topraktan, Sudan, Tohumdan hem de..

Mart-Ankara