Yunan tanrıçalarına benziyordu Ayla ve ağız dolusu gülümsüyordu. Dişlerindeki parıltıyla ışıldayan gülüşü dünyayı değiştirebilecek güçteydi. Beyaz şömineli evinde mavi çaydanlıkla su kaynatıyordu. "Lavanta çayı iyi gelir sana, sakinleşirsin hemen" dedi… Benim derdime odaklanmıştı, canla başla kahve telvelerinin bıraktığı izlerden güzel şeyler söylemek istiyordu. Bol bol balık çıkarmıştı falımda."Her şey güzel olacak" diyordu, "bırakırsan kendini, artık kendine dönersen kaybolmayacaksın bu pisliklerin içinde". Onun kahve falında da ilkokul anı defterlerinin kült cümlesi vardı “kalbi kadar temiz" bir okyanus.. dağlar.. yollar.. yeşillikler.. cıvıldayan kuşlar…
Göl kenarındaydı ev, sakinleşmemek elde değildi. Şöminenin kenarındaki sepetten yazın beraber kırdıkları odunlardan attılar sömine ateşine, harladı alev. Üç tane mum yanıyordu masada, dumanını alıyordu sigaranın. Sıcacıktı ev. Dışarda rüzgar bahçedeki ayva ağaçlarını sallıyordu, Tarkovsy filminden kesip atılmış fazla bir kare gibi görünüyordu camdan. Ateşteki mavi renge takılmıştı gözüm. Sustuk uzun bir süre, çünkü beraber susabileceğin insanlar azdır, biliyorduk ikimiz de.. Sesi geldi sessizliğin. Anladık birbirimizi ve zaten anlaşmak için illa kelimelere ihtiyaç olmadığını çok önceden öğrenmiştim. Ne güzel bir insandı Ayla. Sevgisi de kocaman. "Demlenmiştir lavantalar" dedi. Kalktı usulca, yünden patiklerini sürüye sürüye bir kuğu gibi yüzerek gitti mutfağa. Çaylardan birer yudum aldık, sıcaktı. Ateşin başında oturuyorduk, sıcaktı. Düştü çenemiz sonra, sohbetimiz sıcacıktı. Biraz ondan biraz benden biraz mültecilerden derken dünyayı kurtarmaya kadar gelmişti yine konu, aktı gitti zaman. Dedesinden yadigar radyoya gitti eli. Bir şarkı yayıldı odaya o düğmeye basar basmaz. Ne de dertli söylüyordu Yıldız Tilbe ve biz bu kadını bu kadar sevmemize rağmen nasıl oluyor da bu şarkıyı bilemiyorduk. Sustum, sustu, sustuk. Çay çok güzel kokuyordu...
Göl kenarındaydı ev, sakinleşmemek elde değildi. Şöminenin kenarındaki sepetten yazın beraber kırdıkları odunlardan attılar sömine ateşine, harladı alev. Üç tane mum yanıyordu masada, dumanını alıyordu sigaranın. Sıcacıktı ev. Dışarda rüzgar bahçedeki ayva ağaçlarını sallıyordu, Tarkovsy filminden kesip atılmış fazla bir kare gibi görünüyordu camdan. Ateşteki mavi renge takılmıştı gözüm. Sustuk uzun bir süre, çünkü beraber susabileceğin insanlar azdır, biliyorduk ikimiz de.. Sesi geldi sessizliğin. Anladık birbirimizi ve zaten anlaşmak için illa kelimelere ihtiyaç olmadığını çok önceden öğrenmiştim. Ne güzel bir insandı Ayla. Sevgisi de kocaman. "Demlenmiştir lavantalar" dedi. Kalktı usulca, yünden patiklerini sürüye sürüye bir kuğu gibi yüzerek gitti mutfağa. Çaylardan birer yudum aldık, sıcaktı. Ateşin başında oturuyorduk, sıcaktı. Düştü çenemiz sonra, sohbetimiz sıcacıktı. Biraz ondan biraz benden biraz mültecilerden derken dünyayı kurtarmaya kadar gelmişti yine konu, aktı gitti zaman. Dedesinden yadigar radyoya gitti eli. Bir şarkı yayıldı odaya o düğmeye basar basmaz. Ne de dertli söylüyordu Yıldız Tilbe ve biz bu kadını bu kadar sevmemize rağmen nasıl oluyor da bu şarkıyı bilemiyorduk. Sustum, sustu, sustuk. Çay çok güzel kokuyordu...
28 kasım 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder