Sonra Asiye geldi. Selam verdi.
Dilan’ın
montunu getirdi.
Çiğdem’in
Nazım’ını, aşığın bülbülünü.
Bir baykuş
geldi, üçüncü gözünü verdi ona.
Çocukluğunu
getirdi, genç kızlığını, kadınlığını..
Cansuyunu,
erkekliğini, dişiliğini..
Zihnini,
aklını, felsefesini verdi.
Saçlarının
ne kadar güzel olduğunu hatırlattı,
Oturuşunun
ne kibar, gülüşünün ne dolu..
Prıl
pırıl gözlerini dikti.
Köpek
soluyuşunu verdi, eşkiya uykusunu,
Kedinin
dinginliğini, aslanın liderlğini..
Çeliğin
sertliğini, suyun sonsuzluğunu,
Kartalın
kanadını verdi.
Ama
sonra yanlışlıkla kanadın tekini kırdı.
Kartal
uçamadı.
Bu
işe fena canı sıkıldı.
Kendini
kafese kapattı.
Can
sıkıntısından ötmeye başladı.
Baktı
ki ötüşüyle ilgilenen yok, sustu.
Kafesteyken
kartal çok sıkılmaya devam etti.
Artık
hiç ses çıkarmıyordu.
Sessizce
önüne koyulan yemi yiyordu. Arada da su içiyor, o kadar.
En
az enerjiyle yaşamaya çalışıyor
ve
ölü taklidi yaparcasına hareketsiz kalmayı öğreniyordu.
O kafeste
yıllarca, haftalarca, uzun gecelerce sıkıntıdan etrafını izledi dişi kartal.
İzledikçe
şaşıyordu.
Herkes
kaç farklı hayat yaşıyor, kaç kişi aynı hayatı yaşıyordu?
Hangi
hayattaki hangi roller kimlere gidiyordu?
Böyle
böyle binlerce kişiyi tanıdı o kafeste.
Kafes
bir handa.
Han
yolgeçen hanı zaten.
Gelmeyen
yok, gitmeyen var.
Kalmak
isteyi kalamayan, karın tokluğuna çalışmayı kabul edip kovulan.
Sinsice
bir köşeye yerleşip, duvarın rengini alan.
Saklana,
gizlenen, pusuya yatan.
Hep
yüksek sesle konuşmasına rağmen, sesini hiç duyuramayan,
ağzından
“ah!” çıksa nedeni sorulan.
Ne
yapsa yaranamayan bu hana ve ne yapmasa yaranan.
Yarasını
kaşıyan, kanatan, sonra da ağlayan.
Kolunu
kesse yine acımayacak olan.
Biten,
yolun sonuna geldiğini düşünen;
daha
yolun başında olduğunu bilmeden.
Bu
han 300 yıllık bir han.
Burada
kimse kalamaz ki!
Kartaldan
ve hancıdan başka..
Ha
bir de, hancının karısı.
Mart 2013
1 yorum:
You are invited to follow my Christian blog
Yorum Gönder